Mapus damı bana çok sey öğretti
Ama en çok sabretmeyi
Yalnızken kalabalık olmayı
Kalabalıktayken de kendimle kalmayı
Ve sürekli kavga edip
Durmadan kendimle barışmayı
Hiç göçünüp yüksünmeden
İhanetlere katlanmayı
Bes metrede beşbin metreyi yürümeyi
Ve duvarların darlığında
Dünyaları dolaşmayı
Ve hepsinden de çok
Aynı ranzada uyumuştuk seninle
yatılı okula benzeyen bir sevdada,
üstte kim yatabilirdi ki: Elbette yeryüzü!
altta kim yatabilirdi ki: Elbette gözlerimizdeki intihar süsü!
birbirimizi düşündüğümüz gizli saklı rüyalarla
kim mutlu olabilirdi ki: Elbette günah dürtüsü!
Nasıl tabir edilir ki artık veda kabusları..
şimdi çift kişilik yataklardayız başka
başka insanlarla! Başka başka hayatlarda!
Bazen çıkardım
Fenerden
Hiç... Öylesine
Önce kalbime
Sonra ayaklarıma
Bırakırdım
Gideceğim yerin seçimini
Ve bir kaç saat sonra
Ulaştığım yer hep aynı olurdu
Eski cumbalı ahşap evlerin bulunduğu
Kesme kaya caddeli dar sokaklar
Çocukluğum gelirdi buralarda aklıma
Belki ondandı
Önlüğüm
Hiçbir zaman bembeyaz
Ve ütülü kalamayan yakalığım
Kendimden ağır okul çantamla
Çıktığım yokuşları, çıkmaz sokakları
Uyandım ki ses içinde kalmışım
Yüzüm gözüm ağzım burnum ellerim
Aralanan deniz kapısının sesi bu
Silkelenen güneş tavuğunun sesi
Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi
Ağaç biçimindeki ses borusunun,
Yarınki buğdayın, devinen kemiğin,
Tarihsel bileğin, direncin sesi bu
Oynaşan arabanın, kucaklaşan atların.
Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi
Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel